ÜZÜMLÜ'DE ARKEOLOJİK BİR MERKEZ: ALTINTEPE

ÜZÜMLÜ'DE ARKEOLOJİK BİR MERKEZ: ALTINTEPE

                Erzincan ve Üzümlü'de Altın Tepe'yi bilmeyen yoktur. Şehir ile Üzümlü arasında, eski ve yeni yol arasında, tepeler grubu hemen hemen dikkat çekmektedir. Bunlardan biri Altıntepe'dir. Fırat/Karasu'ya, güneyde Munzur Dağları'na ve kuzeyde Esence ile Cibice Dağlarına  hakim noktadadır. Erzincan Ovasındaki önemli arkeolojik istasyonlar arasında seçkinliğini bugün dahi korumaktadır. M.Ö. VII. yy'ın hatırasını taşıyan Altıntepe, demiryolu inşâatı esnasında, 1938'de, bulunan bazı eşyalardan dolayı ilgiyi üzerine çekti. Ankara Arkeoloji Müzesinde sergilenen bazı eserlerin Altıntepe'ye ait olması, arkeologların ilgisini buraya çekti. Erzincan'a 20 km. uzaklıkta, Üzümlü civarındaki tepede ilmî kazılar, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü'nden Prof. Dr. Tahsin Özgüç başkanlığındaki bir ekip tarafından başlatıldı. 1959'u takip eden zamanda, Altıntepe, doğudaki önemli Urartu merkezi olarak bilim âlemince kabul edildi. Şemsî Güner ve diğerlerinin fotoğraf çalışmaları, kazılar sonrasında, yayınlarda yer aldı. Seyredenleri âdeta büyüledi. Urartu Tapınağında, onsekiz sütünlu giriş göze çarpmaktadır. Duvarlarda, süslemeler, hayat ağacı, palmet motifleri, kanatlı cinler göze çarpmaktadır. Ölüye sunulan armağanlar da dikkat çekicidir. Kulpları hayvan başı şeklinde  bir kazan, çeşitli süs eşyaları, kemerler ve at koşum takımlarıda bulunmuştur. Tunç eşyalar devrine göre, ileri imalâta sahiptir. Altıntepe buluntuları, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir. Tahsin Özgüç'ün, "Altıntepe Mimarlık Anıtları ve Duvar Resimleri, Ankara 1966" ile "Altıntepe II: Mezarlar Depo Binası ve Fildişi Eserler, Ankara 1969" yayınları, Altıntepenin taşıdığı önemi ortaya koymaktadır.

                Altıntepe, yukarıda işaret edildiği gibi ilk defa Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından, bilim âlemine tanıtılmıştır. T. Özgüç 1916'da Bulgaristan'da, Kırcalı'da doğdu. Tanınmış öğretim üyesi ve arkeologdur. 1940'da, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümünü bitirdi. Aynı kürsüye asistan olarak girdi. 1946'da doçent, 1954'de profesörlüğe yükseldi. 1968'de DTCF Dekanı oldu. 1968-1980'de, dört dönem Ankara Üniversitesi Rektörlüğünde bulundu. 1980 sonrası, YÖK'e geçti. Üye olarak hizmetlerde göze çarparken, mensup olduğu dal ile ilgili çalışmalarını devam ettirmiştir. 1959-1968 arasında Altıntepe Kazılarını yönetti. M.Ö.VIII-VII.yy'a ait bir Urartu Kalesinde çok iyi durumda eserlere ulaştı.

Tanınmış İngiliz eski eser uzmanlarından Prof. Dr. Seton Lloyd (1902-1996) Altıntepeyi batılılara tanıttı. Türkiye Medeniyetlerine ait eserinde, Altıntepe için şu bilgileri nakletmektedir;

                "Bugünkü Erzincan'ın doğusundaki ovaya bakan yalıtık tepenin üstündeki güçlü bir kale ile korunan kent, onun zamanında (II. Argişti M.Ö.714-685) kurulmuş olabilir.Bugünkü adı ile Altıntepe'de, Urartu'nun genel vâlisi otururdu. Rastlantı sonucu demir saçayağı üzerinde çok büyük bir tunç kazan bulundu. 1959'dan beri Altıntepede, Türk arkeologlarının yaptığı kazılar çarpıcı sonuçlar verdi. Bu kazılarla, yarı kral soyundan Urartuların el değmemiş mezarları gün ışığına çıkarıldı. Tepenin yamacı derinlemesine kesilerek buraya dört köşe taşlardan yapılmış duvarları ile düz, damlı mezar odaları yapılmıştı. Mezar eşyası şimdi Ankara Müzesindedir. silâhlar, zırh, at koşumları gibi... Birçoğu tunçtan olan eşya çok zengin bir koleksiyonu oluşturuyor. Tepedeki kentin mimari düzeni mezarların çekiciliğini artırıyordu. Urartuların alışılagelmiş kale-tapınağı burada sütunlu avlunun ortasında duruyordu. Avlunun bir köşesinden yukarıda da ikinci bir dönemde geniş sütunlu toplantı salonu yapılmıştı. Bu yapı kimi zaman hatalı olarak bir Akamenid terimi olan apadana ile tanımlanmıştır. Salonun duvarlarını süsleyen resimlerin modeli ile motifleri Asur sülalesinin tek düze örneklerine uymaktadır. Altıntepe, kazılması ile VII. yy Urartu sanatı ve mimarlığına ilişkin bilgilerimizi çok zenginleştiren verimli birkaç yerleşmeden biridir.

 

            Tzumina-Cimin ve Üzümlü... Asırları bu isim altında yaşamış bir ilçemiz. Erzincan'ın kuzeyindeki dağ zinciri eteğinde, tarihi Altıntepe'nin yakınında oluşu, onun bir çok  kültür ve medeniyeti yaşadığına delildir.

                Din açısından, paganist devreyi Urartu'dan İran dönemine kadar yaşadı. Takiben ateşgede rahiplerinin kontrolüne girdi. Persler Anahid gibi kültü bölgedeki gibi Üzümlü'de de tapınma aracı yaptılar. Roma'nın gelişi ile bu defa Lâtin panteonu hakim olmuştur.

                Hırıstiyanlık, çok sonraları, Aziz Grigor (Aydınlatıcı) vasıtası ile yayıldı. Kısa zamanda bir çok vank denilen tapınaklar, hem Üzümlü'de ve hem de Erzincan'da göze çarpmıştır. Doğuda Theodisiopolis (Erzurum), Tzumina da, Aedifis'de görüldüğü gibi, Doğu Roma'nın büyük imparatoru İustinianus adıyla göze çarpmıştır.

                Sasani istilâlarının yerini VII. yy ortalarında İslâm gazâları aldı. Peygamber Hz. Muhammed'in sahâbesi veya Halifelerin emirleri, Kemah, Erzincan ve Erzurum gazâlarında  Üzümlü'yü de İslâm Devleti topraklarına kattılar. Böylece ilk defa Allah, Hz. Muhammed ve dolayısı ile Ezan sesleri Üzümlü sosyal hayatında görüldü.

                Malazgird Zaferi ile Üzümlü'nün de kaderi değişti. Alp Arslan ve Melikşâh'ın emirlerinden olan Mengücük Gâzi, ilk Türk hakimi olarak  Üzümlü'de saygıve itibar görmüştür. Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar, Türkmen asıllı beylikler ve nihayet Koyunlular'dan sonra Kara ve Ak Koyunlular da Üzümlü'ye Türkleşme sürecini kazandırdılar. Yıldırım ve Temürleng gibi fatihler de Üzümlülüler'in yabancısı değildiler.

                Şâh İsmail fırtınasına Yavuz Sulatan Selim 1514'te son verdi. Kanûni Sultan Süleyman gibi cihân padişâhı İran seferi için Üzümlü'nün Cibice Geçidi'nden geçti.

                Üzümlü, Erzincan gibi sürekli depremlerin tehdidinde kaldı. Eski kalıntılarını toprağa gömdü. Bir çok insanı da zarara uğradı.

                Osmanlı-Rus Harplerinin sonuncusu sayılan I. Dünya Harbinde yenik düşülmesi üzerine Ruslar, 1916'da ilk işgâl acısını yaşattılar. I. Kafkas Kolordusu'nun fedakâr askerlerince 1918'de kara günlere son verildi.

                Mütâreke... Kongreler... Büyük Kurtarıcı M. Kemal  ile, hem Hey'et-i Temsiliye Reisi-i, hem de 1924'te  Reis-i Cumhur Gâzi Mustafa Kemal Paşa olarak tanıştı. Onu topraklarında gördü.

                1923'te Cumhuriyet idâresine. Vilâyet merkezi Erzincan idi.

                M. Kemal Atatürk sürekli olarak, demiryolu politikası üzerinde durdu. Nihayet 1938'de modern ulaşım aracı tren-demiryolu Üzümlü güneyinden geçirildi. Aşılmaz Karasu, betonarme veya demir köprülerle aşıldı.

               

Üzümlü, Tzumina ve Cimin isimlerini taşımıştı. İlçe oluşu ile, kara üzümü ile sıfatlandırıldı ve "Üzümlü" adını aldı.

                Ve böylece 2000'li yıllara doğru adım atılmak üzeredir.

                Üzümlü yeni kelimeleri de kullanmaya başladı. Millenium  gibi...

                Tarımın, ticaretin, kültürün ve eğitimin gelişme göstermekte olduğu Üzümlü'yü artık parlak bir gelecek beklemektedir.

             İLÇE MERKEZİNDEKİ TARİHİ KALINTILAR

 

             Üzümlü Kalesi

            Üzümlü İlçe Merkezi'nin yaklaşık 500 m. doğusunda yüksek bir tepe üzerinde bulunmakta, burasının Üzümlü'nün kuruluşunda önemli bir görev üstlendiği anlaşılmaktadır. Kale'ye tepenin batı yamacında bulunan ve aynı zamanda kaya mezarına da götüren  bir antik yoldan ulaşılmaktadır . Kalıntılar  arasında rastladığımız bir sunak kalıntısı dikkat çekicidir ve Kale'nin tarihlendirilmesinde yardımcı bir unsur olarak değerlendirilebilir. Günümüzde Kale'nin ana unsurları olan sur duvarı.s. pek belirgin değildir. Bu da Kale'nin çok eskidenleri terkedilmiş olduğunu göstermektedir.

             Kaya Mezarı(Şeyh Karpuz Mağarası)

            Üzümlü Kalesi'nin yamacında yer almaktadır. Burasıyla ilgili olarak halk arasında çeşitli efsaneler anlatıla gelmektedir. Efsaneye göre; mağarada kış mevsiminde,  etrafın karlı olduğu bir zamanda yemyeşil dallar arasında bir karpuzun çıktığı görülür. Kış ortasında büyük bir karpuzun yetiştiğine hayret eden halk, burasının ulu bir velinin türbesi olduğunu düşünmüştür. Bundan dolayı halk arasında bu mağara Şeyh Karpuz Mağarası olarak anılmaktadır. Bir başka efsaneye göre ise; Rus işgali sırasında, tepeye doğru Rus  askerlerinin çıktığı görülür. Bu sırada mağaradan bir el silah sesi duyulur. Bundan kaçan Rus askerleri halk tarafından kovularak şehrin kurtuluşu sağlanır.

                Ancak gerçekte burası, doğal kayaya oyulmuş bir kaya mezarıdır.  Üzümlü İlçesi'nin ilk kurulduğu yer olan Kale'ye götüren taşlarla düzeltilmiş bir patika yolla ulaşılan kaya mezarı, ilçeye nazır konumdadır.

                58X128 cm. ölçülerindeki dikdörtgen şekilli kapı açıklığının sağ tarafında, 40X65 cm ölçülerinde bir niş mevcuttur (Resim: 2). Küçük bir giriş bölümünden sonra 190X225 cm ölçülerinde ve yaklaşık 3 m. yüksekliğinde  bir odadan ibaret olan kaya mezarının duvarlarında iki niş bulunmaktadır. Bunlardan küçük  olanı30X40 cm., büyük olanı ise 54X60 cm. ölçülerindedir .

                Mezarın içerisinde kaçak kazılar yapılmış ve bol miktarda ortaçağ seramikleri (Resim: 3) ile iskelet  parçaları ihtiva ettiği tespit edilmiştir. Muhtemelen burasının Urartu döneminden (M.Ö. 900-550) kalma bir kaya mezarı olduğu anlaşılmaktadır.

                  Altıntepe

            Altıntepe Höyüğü, içinden Erzurum-Erzincan devlet karayolunun geçtiği verimli bir ovada yer almaktadır. Erzincan'a 20 km. mesafedeki Altıntepe 60 m. yüksekliğindedir ve diğer Urartu kaleleri gibi dik yapıya sahiptir . Altıntepe 1938 yılında burada zengin bir mezarın rastlantı sonucu bulunması sebebiyle ilk olarak tespit edilmiştir. 1959 yılında Prof. Dr. Tahsin ÖZGÜÇ başkanlığında başlatılan kazılarla teferruatlı biçimde bilim alemine tanıtılmıştır. Kazılarda elde edilen veri ve bulgular Urartu tarihinin olduğu kadar, sanatı ve mimarisinin tanıtılmasına da büyük  katkı sağlamıştır. Buna göre  içiçe iki kale duvarı ile korunan tepede, tapınak-saray kompleksi, mezarlar, konutlar ve çok sayıda arkeolojik eser ortaya çıkarılmıştır. Yeraltındaki  mezar odaları, Urartular'ın ölü gömme adetleri, mezar şekilleri, zengin ölü hediyeleri ve el sanatları hakkında geniş bilgiler  vermiştir. Altıntepe'de  ölüler yeraltına kesme taşlarla inşa edilmiş mezarlar içerisindeki taş veya ağaç lahitlere  altın, gümüş, değerli eşyalar ve süslü giysileriyle birlikte gömülmüşlerdir. Mezar odalarına altın, gümüş, tunç, fildişi, demir, pişmiş toprak, taş ve fayanstan çeşitli eşyalar, gümüş ve tunç kaplama ağaç sandalyeler, tunç kemerler, çeşitli ahşap mobilyalar, tunç kazanlar ve savaşçı birisine ait olduğu sanılan bir savaş arabası bırakılmıştır. Bu mezarlardan çıkan üç ayağı üstünde duran ağız kenarı boğa başlarıyla süslü büyük tunç kazanlar, oldukça ilginçtir. Çivi yazılı tunç eşyada kral adları mevcuttur. TamamıUrartu sanatının parlak dönemine (M.Ö.8.yy) tarihlenen ve sanat açısından büyük değer taşıyan bu eserler günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.

                Urartu Krallığı'nın bat ısınırında büyük krala bağlı bir beyliğin kalesi ve yönetim merkezi olduğu sanılan Altıntepe'de, buluntular arasındaki Tanrı, insan ve hayvan figür betimlemeleri önemli yer tutmaktadır. Özellikle kanatlı boğa üstünde uzun giysili, kanatlı Tanrı ve kanatlı at betimlemesi ilginçtir. Bunlar  Urartu dini, Tanrıları ve inanışlarıyla ilgili bilgileri daha  da zenginleştirmektedir.

                Altıntepe kalıntıları; tapınak-saray kompleksi, sütunlu kabul salonu, açık hava tapınağı, üç adet mezar ve depodan meydana gelmektedir.

                Kare planlı tapınağın çevresinde, klasik Urartu mimarisinin özelliği olarak 8 sütun yer almaktadır. Tapınağın batısında, birbirine bağlantılı odalardan oluşan sarayın temel izleri bulunmaktadır . Sarayın güneyinde ise Ön Asya'daki salonların öncüsü olan 18 sütunlu kerpiç duvarlı kabul salonu ile dini törenlerin yapıldığı açık hava tapınağı mevcuttur.  Ayrıca tepenin güneyinde, dikdörtgen planlı üç odadan oluşan Urartu KralıII. Sarduri'ye ait bir mezar, tek odalıI. Rusa'ya ait bir mezar ve II. Argişti zamanında inşa edilen diğer bir mezar (Resim: 9-10) ile tepenin kuzeydoğusunda depo binası yer almaktadır.

                Büyük bir kayalık alan üzerinde yer alan ve doğuyu batıya bağlayan tarihi yol üzerinde bulunan Altıntepe, Urartu tarihi ve sanatının  önemli bir halkasını oluşturmaktadır.

                 Saztepe Höyüğü

            Erzurum-Erzincan karayolu üzerinde, Altıntepe'ye 1,5 km. mesafede ve doğuda yer almaktadır. Hemen her yerinde pek çok kaçak kazılar yapılmış olan höyükte, yol yapımı sırasında bol miktarda keramik parçalarına rastlanmıştır.

                Zirvesi ovadan yaklaşık 100 m. yüksekliğindeki höyükte İlk Tunç Çağı'ndan başlayan; Geç Devir Urartu ve Ortaçağ dönemlerinde devam eden iskân izlerine rastlanmıştır. Höyüğün güneydoğu bölümünde moloztaş örgülü duvar parçaları bulunmaktadır. Nekropol alanının höyüğün doğusunda yer aldığı tahmin olunmaktadır.

                 Küçük Höyük

            Altıntepe'nin kuzeyinde ve Altıntepe'ye 2,5-3 km. kadar uzaklıkta bulunan Küçük Höyük, Altıntepe ile Üzümlü ilçesi arasında yer almaktadır (Resim: 11) Höyük bulunduğu arazide 100 m. çapında, küçük boyutlarda bir tümsek oluşturmaktadır. Yüzeydeki incelemelerde burada çok sayıda kaçak kazının yapılmış olduğu tespit edilmiştir. İlk Tunç Çağıkeramikleri ile Demir Çağıseramikleri burasının prehistorik dönemlerden beri önemli bir yerleşime sahne olduğunu göstermektedir. Kuzeydeki dere yatağından bahar aylarında gelen sel tehlikesiyle kaçak kazı yapanların tahribatı sebebiyle höyük, yoğun biçimde tahribata uğramıştır.

         Akkoyunlu Camii

            Üzümlü ilçe merkezinde yer alan caminin  Akkoyunlular zamanında inşa edildiği sanılmaktadır . Muhtemelen bu sebeple böyle isimlendirilmiştir. Ancak caminin batı cephesinde  bulunan giriş kapısının üzerindeki kitabe, bizi daha erken bir tarihe götürmektedir. Kitabe  eğer bu yapıya aitse, son satırındaki 701 H. tarihi 1301-1302 senesine tekabül etmektedir (Resim: 13). Bu tarih bölgenin İlhanlı egemenliğindeki dönemine, Akkoyunlu hakimiyetinin  yaklaşık 170 yıl öncesine işaret etmektedir.

                Bu kitabeden hareketle, belirtilen tarihte aynı yerde yapılmış olan cami, Akkoyunlular devrinde elden geçirilmiş ya da yenilenmiş olabilir. 1965 yılında  camii tekrar yenilendiğinden yapının eski durumuyla ilgili tespitler  yapmak mümkün olmamıştır. 1997 yılında düzgün  kesmetaş malzemeyle yapılmış minarenin şerefesinde baklava dilimi, gülbezek  ve karanfil gibi motiflerle süslemeye  yer verildiği görülmektedir.

                Kilise Kalıntısı

            Üzümlü ilçe merkezinde, Babacan Mahallesi'nde Akkoyunlu Camii'nin 50 m.  kadar doğusunda yer alan tek nefli bir kilise kalıntı sıvardır. Mahalle muhtarı İsmail Navruz'un verdiği bilgilere göre doğu-batı istikametinde uzanan şapelin doğu yönündeki apsis, içten yarım yuvarlak, dıştan üç köşelidir. 100 cm. kalınlığındaki duvarlar içten ve dıştan düzgün kesme taş kaplamalıymış ancak, günümüzde duvarların alt kısımlarından bazı izler kalmıştır. Bugün oldukça harap vaziyettedir .

 

                 KARAKAYA BELDESİNDEKİ TARİHİ KALINTILAR

             Karakaya Kalesi ve Kaya Basamakları

            Kale Karakaya Beldesi'ne 3 km. uzaklıkta, ovadan 400 m. yüksekte ve sarp bir kayalık üzerine kurulmuştur. Sivas Boğazı(Sakaltutan), Kemah Boğazı, Sansa Boğazı ve Munzur Dağları'na nazır, Esence (Keşiş) Dağlarının öncülerinden bir yüksek tepeye inşa edilmiş bir eskiçağ  kalesidir . Kalenin doğusunda dar bir vadi bulunmaktadır. Kuzey tarafından gelen çay, kalenin doğusundan geçerek ovaya doğru akmaktadır. Kalenin bu kısmı sert ve dik, yalçın doğal kayalardan ibarettir. Kalenin batısında 5-7 m. uzunluğunda moloz-yonu taşla  örülmüş sur kalıntıları bulunmaktaysa da bağlantıları tahrip olduğu için  sınırlarını tam olarak tespit etmek imkânı kalmamıştır.

                Kalenin kuzeydoğusunda sarp yamaçtan aşağıdaki suya inen  kaya basamaklarısın derece önemlidir. Basamakların üst bölümünde gerçekleştirilen kaçak kazılarda ortaya çıkarılan toprak, merdivenden aşağıya atıldığından basamaklar günümüzde kullanılamayacak durumdadır. Eskiden beri üzeri örtülü bir gizli su yolu olduğu anlaşılan bu merdivenlerin kale  halkının aşağıdaki çay ve son derece soğuk kaynak suyuna ulaşmasını sağlayan gizli bir ulaşıma hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Hemen bunun güneyinde, ana kaya yontularak başka bir patika yol oluşturulmuştur. Gizli yoldaki basamakların sayısı45'dir. Son üç basamak  toprak altında kalmıştır. Basamakların yüksekliği 30 cm., genişliği 190-110 cm., kalınlığı ise 25-50 cm.  arasında değişmektedir.

                Karakaya Kalesi'nin konumu savunmaya son derece elverişlidir. Savunmayı ön planda tutan eski Anadolu devletleri için bu konumundan dolayı gözde bir yerleşim yeri olma niteliği taşımaktadır. Kalenin ve kaya basamaklarının kimler tarafından  hangi tarihte yapılmış olabileceği kesin olarak bilinmemekle birlikte, kalenin biraz aşağısındaki Urartu Göletleri, Altıntepe'ye yakınlığı, savunmaya elverişli konumu, ana kayaya yapılan taş işçiliği, kimliğiyle ilgili önemli ipuçları değerlendirilebilir.

                 Kilise Kalıntısı

            Karakaya Beldesi'nin kurulduğu yamaçta üst bölümdeki mahallede , bahçeler içerisinde yer alan bir kalıntıdır. Dıştan dışa 3 m. x 6.40 m. ölçülerinde, dikdörtgen planlı, küçük bir şapeldir. Şapelin sadece apsis bölümü ile kuzey duvarı günümüze kadar gelebilmiştir. Diğer bölümlerinin duvarlarının üst kısımları yıkılmış durumdadır. Burası geçmişte Keleriç olarak nitelendirilen yerde oturan azınlıkların ibadetgâhı olarak kullanılmaktaymış. Ortaçağdan kaldığı sanılmaktadır.

                İç ve dış mimarisindeki düzgün kesme taş kaplamalar günümüzde tamamen dökülmüş, ancak moloz taş ve harçtan oluşan iç dolgu mevcuttur. Benzer örnekleri beşik tonozlu bir örtüye sahiptir. Bu şapelin de aynı şekilde beşik tonozla örtülü olduğu sanılır. İç ölçümleri 1,60 x 5 m. olup doğu yönünde  yarım daire planlı bir apsis yer almaktadır . İçerisinde herhangi bir süsleme izine rastlanmamıştır .

                 HacıNutullah Camii

            Karakaya Beldesi'nde yer alan bu Cami'nin yaklaşık 200 yıl kadar önce HacıNutullah Efendi adlı bir şahıs tarafından yaptırıldığı bilinmektedir.. Mart 1992 depreminde zarar gören cami, tümüyle yenilendiğinden orijinal özelliklerini kaybetmiştir. Önceden kıymetli ahşap süslemelere sahip olduğu halk tarafından ifade edilmektedir. Eski yapının ahşap destekli ve çatılı olduğu, caminin   çevresinde hâlâ mevcut olan üç parçaya bölünmüş ahşap direk ve başlıklardan anlaşılmaktadır.

                Caminin önünde küçük bir mezarlık  bulunmaktadır. Buraya halk arasında Şeyh Mezarlığı denilmektedir. Ancak  burada kayda değer, özellikli mezar ve mezar taşlarına rastlanmamıştır. Mezarlıkta yörenin yetiştirdiği alimlerden Abdurrahman Efendi'nin mezarı vardır.

                Mezarlığın kuzeybatı köşesinde de Karakaya'nın yetiştirdiği âlimlerden Pir-i Samî Hazretlerinin ders okuttuğu bir oda mevcuttur. Ocak başlarındaki  dolaplarda ahşap süslemelerin orijinal özelliklerini muhafaza eden bu oda, günümüzde yenilenmiş durumdadır .

 

             BAYIRBAĞ BELDESİNDEKİ TARİHİ KALINTILAR

             Manastır Kalıntısı

            Bayırbağ  Beldesi'nin 4 km kadar kuzeybatısında bir Manastır kalıntısı vardır. Manastır'dan günümüze bir kilise ile oldukça yüksek duvarlarla çevrili bir avlu etrafına yerleştirilmiş  ve yenilenmiş iki ev ile bir ahır gelebilmiştir . Avlu girişinin solunda duvara monte edilmiş  küçük bir bazalt taş üzerinde, Ermenice bir kitabe mevcuttur .

                Kilise; içten 4.80 x 3.10 m.  ölçülerinde, küçük boyutlu bir köy madebi olarak inşa edilmiştir . Malzemesi kesmetaş  ve kireç harcından ibarettir. Yerdeki yuvarlak profilli  taşlardan kilisenin  kemerli bir giriş  kapısına sahip olduğu anlaşılmaktadır . Yapının cephesinde, üzerine haç işlemiş taşlar dikkat çekicidir . Güney tarafta kiliseyle bitişik vaziyette  yarım yuvarlak  apsisli  bir ek şapel mevcuttur.

                Tek nefli olarak inşa edilmiş kilise, beşik tonozla örtülüdür.  Duvarların sıvaları dökülmüş, apsis kemerinde düzgün bazalt kesme taş kullanılmıştır.  Duvardaki  paye başlıkları hafif profilli ve sadedir.

                Apsisin iki yanında 40 x 40 cm. ölçülerinde ve yerden 1,5 m. yükseklikte  birer niş bulunmaktadır. Güney duvarın ortasında da bir mazgal pencere açıklığına yer verilmiştir. Ancak pencere çerçevesinde taşlar tahrip olmuştur. Dışta olduğu gibi içeride, apsis kemerinde  de haç işaretlerinin işlendiği görülmektedir .

                Kilisenin güneydoğusunda, şapelin  yanında yer alan ve 85x50 cm. ölçülerindeki yuvarlak kemerli bir açıklıktan ulaşılan  ve doğuya doğru uzanan bir gizli geçit bulunmaktadır.

                Manastır evleri iki parçadan oluşmaktadır. Alt tarafları moloz taştan, üst bölümleri kerpiçten örülmüş duvarlara sahip evler, iki katlıdır.

                Kilise, ona bağlı şapel ve gizli geçit Ortaçağ'dan, evlerin ise daha yakın tarihten  kalmış olabileceği tahmin olunmaktadır.

                 Hüseyin Beyzâde Ahmet Bey Çeşmesi

            Bayırbağ Beldesi Camii'ne bitişik olarak yer alan çeşme, gri renkli, düzgün kesmetaş malzemeden inşa edilmiştir  Alınlık kısmındaki beyaz renkli taşa işlenen kitabe, Arap ve Latin harfleriyle yazılmıştır. Osmanlıca olarak yazılmış kitabe, beş satırdan oluşmaktadır:

                Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

            Rableri de onlara gayet temiz bir içecek içirmiştir.

            Hayır ve hasenatın sahibi

            Hüseyin Bey Zâde Ahmet Bey'dir.

            Sene 1367/1948 Sene 1371/1951.

Mihrab nişi şeklinde bin nişe sahip olan çeşme günümüzde de kullanılmakta olup, üst kısımlarını asma dalları ve yaprakları sarmış vaziyettedir .

                 Konak Çeşmesi

            Bayırbağ Beldesi'ndeki Konağın önünde bir çeşme yer almaktadır. Kitabelikte sene 1216/1801-2 tarihi vardır. Düzgün kesmetaş malzemeyle inşa edilmiş olan çeşme iki yandan kademeli başlıklı birer plasterle sınırlandırılmıştır. Altta dikdörtgen  şekilli bir yalak mevcuttur. Daha üstte hâlâ faal durumda bir musluk ile kâse koymak için kemerli iki küçük niş vardır. Kademeli profillerden meydana gelen kornişin üzerinde, içerisinde ay-yıdız motifinin yer aldığı üçgen alınlık mevcuttur. Oldukça sağlam durumdaki çeşmede başka süsleme unsuruna rastlanmamaktadır .

                 Çeşme

            Bayırbağ Beldesi'ndeki konağın yaklaşık 150 m. kadar kuzeyinde ikinci bir çeşme, Ermenice ve Osmanlıca harflerden oluşan bir kitabeye sahiptir. Beyaz taşa işlenmiş olan kitabede; 1325/1907 tarihi mevcuttur. Ampir kuruluşlu, gri renkli  düzgün kesme taştan yapılmış olan Çeşme, 3,35 m. yüksekliğinde, 2,05 m. genişliğindedir. Dikdörtgen şekilli yalağın iki ucuna yerleştirilmiş olan taşların ön yüzünde birer gülbezek motifi mevcuttur. Profillerle sınırlandırılmış olan cephede, altta, köşeleri çiçek desenli dikdörtgen çerçeve içinde, gülbezeklerin merkezinden çıkan iki lüle vardır. Bunlardan birinden hâlâ su akmaktadır. Üstteki kitabeliğin iki yanına da üzerinde bir üçgen alınlık yer almaktadır. Yalak, toprak seviyesinin  altında kalmıştır. İki yandaki süslemeli taşlar düşmüş durumdadır .

                 Konak

            Bayırbağ Beldesi'nde Avukat Erhayat Fırattekin'e ait olan Konak, bahçesindeki çeşmenin kitabesinden hareketle XX. yüzyıl başlarına tarihlenmektedir..  Büyük ahşap kapıdan  geçilen geniş bir avlu içerisinde yerleştirilmiş olan bina meyilli bir arazi üzerinde yer alır . Bu sebeple güneybatı yönünde bodrum oluşturularak  üzerinde ahşap balkona yer verilmiştir. Balkonun altında süslemeli büyük bir çömlek vardır.

                Konağa güneydoğu taraftaki üçü serbest, ikisi duvara bitişik beş ahşap direkle taşınan girişten girilmektedir. Balkon ve giriş orijinal yapısını muhafaza ederken çatısı, yenilenmiştir . Dikdörtgen şekilli, demir parmaklıklı pencerelerle  aydınlatılan Konak bir asırlık geçmişiyle yöre sivil mimarisinin önemli bir örneği durumundadır. Konağın içinde bulunduğu avlunun, yola bakan güney köşesinde, kırmızı renkli düzgün kesme taştan yapılmış bir çeşme daha vardır. Üst kısmı tahrip olmuş ve kullanılamaz durumdaki, yüzeysel yuvarlak kemerli çeşmenin iki yanında, balık sırtı motifleri ile süslü bir kuşak dikkat çekicidir .

 

            ÇAMLICA (DALAV) KÖYÜ HANI

            Yöredeki  araştırmalarımız sırasında eski Erzurum-Erzincan kervan yolunun geçtiği güzergâh da takip edilmiştir.  Kervan yolunun Çamlıca (Dalav) Köyü'nden geçen bölümünde bir han kalıntısının varlığı tespit edilmiştir (Resim: 33). Han, köyün 250-300 m. kadar aşağısında, Bulanık Köyü'ne giden yolun üzerinde bulunmaktadır. 18, 50 x 28 m.  ölçülerinde , dikdörtgen  planlı han oldukça harap durumdadır.  Üst örtü  çökmüş  ve iç kısmını doldurmuştur. Duvarlar temel seviyesine kadar yıkıktır. Batıduvarı yerden  1,5 m.  kadar ayaktadır. Duvarlar, moloztaş ve kireç harcı ile inşa edilmiştir. İncelemelerimiz sırasında tespit edebildiğimiz  kadarıyla güney taraftaki  uzun kenarın  ortasında yer alan kapıdan küçük bir avluya ulaşılmaktadır. Avlunun doğu ve batı yönlerinde birer hücre yer almaktadır. Bunları üç yönden "U" şeklinde saran ve muhtemelen beşik tonozla örtülü olduğu  anlaşılan  ahır bölümü  çevrelemektedir.

                Hanın 200 m. kadar doğusunda bir tepe üzerinde yer aldığı anlaşılan ancak bugün tamamıyla yıkılmış durumdaki bir kalenin izlerine rastlanmıştır.

 

                ESENYURT KÖYÜ MEZARLIĞI

            Eski Erzurum-Erzincan yolunun Yollar üstü Beldesi yakınlarında, çığ ve heyelan sebebiyle 1965 yılında karşı tarafta ve daha doğuya nakledilen Eski Esenyurt Köyü'nde tarihi bir mezarlık bulunmaktadır . Ancak bu küçük mezarlıktaki mezar taşlarının çoğu tahrip edilmiş durumdadır. Mezarlıkta, Erzincan (Çayırlı'daki gibi koç şeklinde bir mezartaşı sağlam kalabilmiştir. Boynuzları belirtilmiş olan koçun üzerinde bir yüzünde:

                Sahib-u kabr ...... Ağa

            Oğul Ali Ağa Vâlidesi

            Şah Hanım 1323 /1905

diğer yüzünde:

                Seyyid Payas (?) zâde

            Seyyid Ali bin Seyyid Ahmed

yazılıdır. Bunun hemen yakınındaki bir başka mezar taşında da 1227/1812 tarihi yazılıdır. Ayrıca diğer mezartaşları üzerine hançer, tüfek, ibrik, tarak, deve ve daire ile daire içinde, içerisi üçgenlere bölünmüş altıkollu  yıldız motifleri işlenmiştir .

                Pınarlıkaya ve Böşköy'deki mezarlıkta yer alan mezartaşları arasında  şekil, boyut ve süslemeleri açısından büyük bir benzerlik vardır. Bu mezar taşlarının benzerleri Doğu Anadolu Bölgesi'nde Tunceli, Erzurum, Erzincan, Iğdır ve Van gibi çeşitli yerleşim birimlerinde de mevcut olup, bunların Orta Asya Türkleri'ndeki Şamanist inancın bu coğrafyaya bir yansıması ve geleneksel değerleri sürdüren kültür kalıntıları olduğu bilinmektedir.

 

                 PINARLIKAYA KÖYÜ MEZARLIĞI

            Erzurum-Erzincan güzergâhı üzerindeki Tanyeri'nden sola ayrılan eski yoldan ulaşılan ve "Yer Demir Gök Bakır" filmi çekimi ile ünlenmiş Pınarlıkaya Köyü'nde tarihi bir mezarlık vardır . Köyün girişinde yer alan ve hâlâ gömü yapılabilen bu mezarlıkta, çeşitli şekil ve biçimlere sahip mezar taşları ve mezarlar mevcuttur. Bunlar;

                1- Anadolu'da hemen her yerde rastlayabildiğimiz, cesedin boyutlarına göre açılan çukur ve onun üzerine yerleştirilen mermer plakalar ile etrafını kuşatan demir şebekelerinin meydana getirdiği bir mezardan ibaret birinci gruptur. Bunların daha çok yakın tarihli oldukları anlaşılmaktadır .

                2- Sayıları onu bulan, küçüklü-büyüklü (çocuklar için küçük, büyükler için büyük) koç-koyun heykelleri tarzında mezar taşlarının oluşturduğu ikinci grup Pınarlı kaya Köyü Mezarlığı'nda oldukça önemli bir grubu oluştururlar. Bu tip mezar taşlarının yörede eskiden beri ve geleneksel tarzda yapıla geldiği sanılmaktadır. Eski  Türk çevrelerinde ve özellikle Alevilerin  yoğun olduğu yerleşim  yerlerinde (Iğdır, Van, Tunceli, Erzurum, Erzincan vb.) olmak üzere bunların benzerlerine  rastlanmaktadır. Erzincan sınırları içerisindeki Başköy  ve Eski Esen yurt Köyü'ndeki  mezartaşlarıyla da yakın benzerlik içerisinde görülen bu mezar taşlarının aynı zamanda, Erzincan ve çevresinde XIV. ve XV.  yüzyıllarda yöreye hakim olmuş Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletleri halkının inançlarını yansıttığı anlaşılmaktadır.  Bu sebeple koç koyun  heykelleri şeklindeki mezartaşları bölgede daha sık ve yoğun  biçimde  karşımıza çıkmaktadır .

                3- Pınarlıkaya Köyü Mezarlığı'ndaki bir başka grup da Anadolu'da benzer örneklerine pek rastlanmayan ancak Başköy'de oldukça fazla sayıda ve önemli ölçüde yer alan bir mezar türünün oluşturduğu gruptur. Kademeli  ve yüksek kaidelere  sahip olan bu mezarlarda lahidin  iki ucuna  prizmal şekilli taş şahideler dikilmiştir . Bunların benzerlerine, İlkçağda Batı Anadolu’da  yekpare kayadan  oyulmuş daha yüksek ve daha büyük ölçülerdeki mezar taşlarında rastlanmıştı.

                4- Mezarlıkta başka bir örneği olmamakla birlikte, Osmanlı tipi, kavuklu bir şahide ilgi çekicidir.

                Üçüncü grup mezarlardan birisinin, baştaşında:

                 Maşâallah

            Lâ ilâhe illâ'l-lâh

            Muhammed Rasûlu'l-lâh

            Ve lâ havle ve lâ kuvvete

            İllâ bi'l-lâhi'l-'azim

ayaktaşında:

                Hüvel-bâki

            el-Merhûm el Mağfûr

            el-Muhtâc ilâ rahmeti rabbi

            el-Ğafûr İsmail Ağazâde

            Muti Bey'in ruhu için

            el-Fâtiha 1316/1898-99

yazılıdır. Koç şeklindeki bir mezar taşının üzerinde:

                Hüseyin Baba Hazretlerinin ruhu için

            el-Fâtiha. Sene 1324/1906

yazılıdır.  Bunların dışında mezar taşlarında bir çok kitabe mevcuttur. Dikkat çeken, mezar taşlarındaki kitabelerden tesbit edebildiğimiz kadarıyla en eski mezar örneklerinin H. 1275/1858 ve H. 1240/1824-25 tarihini taşımış olmalarıdır.

                Farklı çeşit ve boyutlardaki  Pınarlıkaya  Köyü mezar taşlarında ilgi uyandıran hususlardan biri de üzerlerinde  figürlü  kabartma ve çeşitli motiflerin işlenmiş olmasıdır. Bunlar daire içinde altıkollu yıldız, gülbezek, çarkıfelek, ibrik, daire, at, koç, tüfek, tabanca, elinde kılıç bulunan süvariyi taşıyan at ve insan (savaş sahneleri), eyerli at, kılıç, hayat ağacı, perde, rozetler ve rozetlerin iki yanında karşılıklı arslan, tarak, çekiç ve küçük boyutlu  çeşitli figürlerdir .

                Dekoratif tarzda işlenmiş olan bu örnekler, mezarda yatan kişinin şahsiyeti ve yaşam biçimiyle yakından alakalıdır. Ancak bunların, kökü Şamanizm'e kadar inen daha sonraları da dini bir içerik kazanarak sembolleşen anlamları ihtiva ettiğine kuşku yoktur. Örneğin ibrik temizliğin, tepsi ikramın, konuk severliğin, kandil, aydınlığın sembolleridir. Tüfek, tabanca, kılıç, ok, yay ve eyerli at ile savaş sahneleri, Türklerin yaşam biçimleriyle ilgili semboller olup mezarda yatan kişilerin yiğitlik ve kahramanlıklarını ve savaşçı insan olduklarını göstermektedir. Anadolu insanı bu anlamları dededen toruna aktararak günümüze kadar taşımış ve kültür değerlerini yaşatmayı başarmıştır.

               

            Üzümlü ve çevresinde gerçekleştirdiğimiz araştırmalarla; yörenin tarihinin içinde bulunduğu coğrafi bölgenin tarihi seyrine paralel bir akış gösterdiğini belgeleyen eserler tespit edilmiştir. Kazılarla, önemli bir Urartu yerleşmesine  sahip olduğu  ortaya çıkarılan Altıntepe'nin yanısıra, yine aynı zaman dilimine tarihleyebileceğimiz Üzümlü Kalesi, Kaya Mezarı(Şeyh Karpuz Mağarası), Saztepe Höyüğü, Küçük Höyük ile Karakaya Kalesi ve Kaya Basamakları yörenin tarihine ışık tutacak önemli veriler sağlayan yerler olarak dikkate değerdir.

                Bayırbağ Beldesi'ndeki Manastır kalıntısı ile Karakaya Beldesi ve Üzümlü İlçe Merkezi'ndeki kilise kalıntıları, Ortaçağ'da da yörede yerleşimin devam ettiğini gösteren az sayıdaki örnekler olarak değerlendirilebilir.

                Anadolu'nun Türkleşmesinde en önemli aşama olarak kabul edilen Anadolu Selçukluları'nın son devrine (İlhanlıetsininin yaygın olduğu bir tarihe) işaret eden Akkoyunlu Camii'ndeki 701 H. /1301-2 M. Tarihli kitabe ayrıca önemlidir. Yine Erzurum'u Erzincan'a bağlayan eski kervan yolunun yeni bir menzilin, "Çamlıca (Dalav) Köyü Hanı"yla tespit  edilmesi de araştırmanın sonuçları açısından önem atfedilebilecek  bir hadisedir. Mart 1992 depreminin bir sonucu olarak büyük oranda göç vermiş olan Bayırbağ Beldesi'nde tespit ettiğimiz çeşmeler ile bir konak ve bu konaktan başka bir çok evde rastladığımız ahşap işlemeli kapılar sanat zevkinin burada yakın zamana kadar canlı olduğunu gösteren örneklerdir.

                İl merkezine bağlı bir kasaba iken 1987 yılında çıkarılan bir kanunla ilçe olan ve adını yetiştirdiği siyah üzümlerden alan Üzümlü (eski adı Cimin) ve çevresinde, eski çağlardan beri iskânın olduğu anşılmaktadır. Ancak günümüze gelen eserler bunlarla sınırlı kalmıştır. Az sayıda kültür mirasının  zamanımıza  ulaşmasındaki başlıca etkenler, doğal afetlerle kışları çok sert geçen iklim koşullarının yanısıra, tarihi eserleri hemen her gün tahrip etmek  suretiyle kaçak yapılan kazılardır. Öte yandan şunu da ifade etmemiz gerekir ki, sahip olduğumuz taşınır-taşınmaz kültür değerlerimizi bu denli acımasızca ve insafsızca yok etmeye devam edersek, sonraki  nesillerin  "bizim" diyebileceği pek bir şey kalmayacaktır.

 

Üzümlü Kalesi

            Üzümlü İlçe Merkezi'nin yaklaşık 500 m. doğusunda yüksek bir tepe üzerinde bulunmakta, burasının Üzümlü'nün kuruluşunda önemli bir görev üstlendiği anlaşılmaktadır. Kale'ye tepenin batıyamacında bulunan ve aynızamanda kaya mezarına da götüren  bir antik yoldan ulaşılmaktadır (Resim: 1). Kalıntılar  arasında rastladığımız bir sunak kalıntısıdikkat çekicidir ve Kale'nin tarihlendirilmesinde yardımcıbir unsur olarak değerlendirilebilir. Günümüzde Kale'nin ana usurlarıolan sur duvarıv.s. pek belirgin değildir. Bu da Kale'nin çok eskidenberi terkedilmiş olduğunu göstermektedir.

 

Kaya Mezarı(Şeyh Karpuz Mağarası)

            Üzümlü Kalesi'nin yamacında yer almaktadır. Burasıyla ilgili olarak halk arasında çeşitli efsaneler anlatıla gelmektedir. Efsaneye göre; mağarada kış mevsiminde,  etrafın karlıolduğu bir zamanda yemyeşil dallar arasında bir karpuzun çıktığıgörülür. Kış ortasında büyük bir karpuzun yetiştiğine hayret eden halk, burasının ulu bir velinin türbesi olduğunu düşünmüştür. Bundan dolayıhalk arasında bu mağara Şeyh Karpuz Mağarası olarak anılmaktadır. Bir başka efsaneye göre ise; Rus işgali sırasında, tepeye doğru Rus  askerlerinin çıktığıgörülür. Bu sırada mağaradan bir el silah sesi duyulur. Bundan kaçan Rus askerleri halk tarafından kovularak şehrin kurtuluşu sağlanır

                Ancak gerçekte burası, doğal kayaya oyulmuş bir kaya mezarıdır.  Üzümlü İlçesi'nin ilk kurulduğu yer olan Kale'ye götüren taşlarla düzeltilmiş bir patika yolla ulaşılan kaya mezarı, ilçeye nazır konumdadır.